Divan edebiyatından -8-
Ailesinin Oğuzların Bayat boyundan olduğu tahmin edilmektedir. Hem edebi alanda hem de islami ilimlerde iyi bir eğitim almıştır. Çalışmalarında Azerice, Arapça ve Farsça kelimelerin yanında sade bir Türkçeye de yer vermiş ve halk deyimlerinden istifade etmiştir. Aşk ve tasavvuf şairlerinin en büyüklerinden biri olarak kabul edilir.
***
Küfr-ü zülfün salalı rahneler imanımıza
Kâfir ağlar bizim ahval-i perişanımıza
Seni görmek müteazzir görünür böyle ki eşg
Sana baktıkça dolar dide-i giryanımıza
Cevri çoğ eyleme kim olmaya nâgeh tükene
Az edüp cevrü cefalar kıluben canımıza
Eksik olmaz gamımız bunca ki bizden gam alup
Her gelen gamlı gider şâd gelüp yanımıza
Gam-ı eyyâm Fuzuli bize bidad etti
Gelmişiz acz ile dad etmeğe sultanımıza
***
Kara zülüflerin imanımızda gedikler açalı, kafir bile ağlar bizim perişan halimize.
Ey sevgili, seni görmek imkansız görünüyor; sana baktıkça gözlerimize yine yaşlar dolmakta.
Cevri çok etme, zira belki ansızın bitiverir; cevri az yaparak canımıza cefalar et.
Her gelen bizden bunca gam alarak yanımızdan ayrılsa da yine de gamımız eksik olmamakta.
Ey Fuzuli, zamanın gamı bize zulmetti; aciz kalarak geldik imdat istemeye sultanımıza.
Divan edebiyatından -7-
Çok sayıda eser vermiş bir divan şairimizdir. Asıl adı konusunda çeşitli rivayetler bulunmaktadır. Bazılarına göre asıl ismi Satılmış olup, halk arasında Satı olarak anılırken şairin de buna uygun olarak Zâtî mahlasını seçtiğini öne sürmüşlerdir. Balıkesir’lidir. Sağlam bir medrese eğitimi görmemiş, fakat kendini yetiştirerek Farsçayı çok geliştirmiştir. II Beyazıt zamanında Hadım Ali Paşa tarafından korunmuş, sonradan şehzade kavgaları zamanında Ali Paşa öldürülünce maddi sıkıntıya düşmüştür.
***
Bu bezm-i âlemârânın içinde câmlar güldür
Sürahi gonce vü avazesi feryad-ı bülbüldür
Benefşe al ele bağ-ı bahara ta’neder meclis
Şehâ zerrin kadeh nergis dühan-ı şem’ sümbüldür
Bu bir serv ü yalın yüzlü güzeldir şem’-i bezmârâ
Yanar par par sana karşu serinde dûdu kâküldür
Şehâ kevs-i kuzah çeng ü bu bezme zühre çengidir
Şua’-ı mihr ü meh nay ü felek def ay ü gün püldür
Bu meclis bir güzel rânâ teferrücgâhdır Zâtî
Sürahi çeşmesar olmuş ona ab-ı revan müldür
çeviri
Alemin süsü olan bu meclisin içinde kadehler güldür; sürahi konca, çıkardığı sesler bülbül feryadıdır.
Eline menekşe al, meclis bahar bahçesini hiçe sayıyor; sultanım, altın kadeh nergis, mumun dumanı sümbüldür.
Meclisi şenlendiren bu mum bir selvidir, açık yüzlü bir güzeldir; dumanı başınd kâkül olmuş, sana karşı par par yanıyor.
Sultanım, bu meclise ebemkuşağı saz, zühre oyuncudur; ayın günün ışığı ney, gökler tef, güneş ve ay puldur.
Ey Zâtî, bu meclis güzel bir gezme yeridir; sürahi çeşme olmuş, ona akar su da şaraptır.
Divan edebiyatından -6-
Asıl isminin Mihrünnisa veya Fahrünnisa olduğu tahmin edilmektedir. Bir kadı’nın kızı olup, iyi bir tahsil görmüş ve güzelliği ile nam salmıştır. Sade bir dille kaside ve gazeller yazmış, Sultan II. Beyazıd’ın Amasya valiliği zamanında kentte bulunan bilgin ve sanatkarların meclislerine katılmıştır. Mihrî Hatun divanı 1967 yılında Moskova’da basılmış, Türkiye baskısı ise 2007 yılında yapılmıştır. Mihrî Hatun, aşk temasını çekinmeden kullanmıştır.
***
Hâbdan açtım gözüm nagâh kaldırdım seri
Karşıma gördüm durur bir mah-çehre dilberi
Taliim sa’d oldu yahut kadre erdim galiba
Kim mahallem içre gördüm gice doğmuş Müşteri
Nur akar gördüm cemalinden egerçi zâhira
Kendisi benzer müselmana libası kâferi
Gözümü açıp yumunca oldu çeşmimden nihan
Şöyle teşhis eyledim kim ya melektir ya peri
Erdi çün âb-ı hayata Mihrî ölmez haşre dek
Gördü çün şeb zulmetinde ol ayan İskender’i
çeviri
Uykudan gözümü açtım, ansızın başımı kaldırdım, ay yüzlü bir güzelin karşımda durduğunu gördüm.
Talihim mesut oldu, yahut galiba Kadir Gecesi’nin saadetine kavuştum, çünkü mahallem içinde geceleyin Müşteri’nin (Jüpiter’in) doğduğunu gördüm.
Gerçi görünüşte yüzünden nur akıyordu ve kendisi müslümana benziyordu, fakat elbisesi kafir biçimli idi.
Gözümü yumup açıncaya kadar gözden kayboldu, o andaki görüşüme göre ya melekti ya peri.
Mihrî artık kıyamete kadar ölmez çünkü sonsuz hayata ulaştı, gece karanlıkları içinde o İskender’i açıkça gördü.
Divan edebiyatından -5-
Amasya’da yaşamış bir kadı kızı olan Zeynep Hatun, şiirlerinde kendi döneminin kadınlarını eleştirir, onları aşağılık bir konumda görür. Belki hemcinsleri için iyi niyetlidir ama o dönemde kadınların erkeklerle eşit görülmesi henüz mümkün olamadığı için Zeynep Hatun, kadınları bir parça erkeğe benzemeye, onlar gibi bilge olmaya davet eder.
Keşfet nikabını yeri göğü münevver et
Bu âlem anasırı firdevs-i enver et
Depret lebini cüşe getir hacz-i kevseri
Anber saçını çöz bu cinanı muattar et
Hattın berat verdi saba yeline dedi
Tez er Hatay’a Çin’i tamam et müseehhar et
Yâra yolunda âşk ile derdinden ölenin
Kim der sana ki hecr ile cânın mükedder et
Zeynep çü dost zülfü gibi tarümarsın
Divane olma şiirini divan ü defter et
Yüzünün örtüsünü aç, yeri göğü aydınlat
Bu maddeler alemini nurlu cennete çevir
Dudaklarını kımıldatarak Kevser Havuzru’nu coştur
Amber gibi saçını çöz bu cihanı kokularla doldur
Şakağındaki zülüfler melteme ferman yazıp dedi
Çabuk git, Hatay ve Çin diyarlarını zaptet
Ey sevgili, yolunda dert ile aşkından ölenin
Ayrılıkla ruhunu üz, diye sana kim söyler
Zeynep, sevgilinin saçları gibi darmadağınsın
Divane olma, şiirlerini defter ve divan et
Divan edebiyatından -4-
Hayatı hakkında fazla bilgi bulunmayan Necâtî’nin gerçek isminin İsa veya Nuh olduğu tahmin edilmektedir. Kendi kendini yetiştirmiş, zekası ile dikkati çekerek sarayda görevler de almıştır. Divan edebiyatını fazlası ile etkileyen İran tarzindan uzak durmuş, daha sade bir dile yönelmiş, ayrıca eserlerinde atasözlerine yer vermiştir
***
Gamzen çalışır, lâhzada kan eylemek ister
Busen duruşur, anı yalan eylemek ister
Her âdemi bir busede bin yıl yaşatırlar
Sakîlerimiz tayy-ı zaman eylemek ister
Canane gelir meclise, gelmez değil, amma
Kendisini can gibi nihan eylemek ister
Ben kasdederim saklamağa aşkını, lâkin
Gönlüm dolarak ah ü figan eylemek ister
Elvermiş iken ayağına baş ko Necâtî
Ol şuh-u cihan servi revan eylemek ister
çeviri:
Kendisini bir ruh gibi gizlemek ister
Fakat gönlüm dolarak ah vah etmek ister
O cihan şuhu selvi boyuyla yürümek ister
——————————-
Sn Kenan Kilimci’ye bu şiirin ilk beyitinin çevirisinde yardımcı olduğu için teşekkür ederim.
Divan edebiyatından -3-
Kaside türünün büyük ustası olan Nef’i, öğrenimini bitirdikten sonra İstanbul’da devlet hizmetine girmiş, Sultan II. Osman ve IV. Murad dönemlerinde büyük üne kavuşmuştur. Keskin hicivleri ve sivri dili ile devlet büyüklerinin öfkesini çeken Nef’i, kendisini himayesine alan IV. Murad’ın ricasına rağmen devlet erkanını eleştirmeye devam etmiş, 1635 yılında sarayın odunluğunda boğdurulmuştur.
Aşağıdaki kasidede, geleneksel kaside sanatının tüm inceliklerini bulabilmek mümkündür. 1-16 beyitlerde şair bir bahar mevsimi, zevk ve sefa tasviri yaparak şiir gücünü sergiler; 17. beyit ile ana konuya, yani övülecek kişiye geçilir. 32. beyte kadar sultanın övgüsü yapıldıktan sonra, son 7 beyitte şair kendini de över ve dua ile kaside bitirilir.
KASİDE – SULTAN DÖRDÜNCÜ MURAD’A
Esti nesim-i nevbahar açıldı güller subhdem
Açsın bizim de gönlümüz saki medet sun cam-ı Cem
(İlkbahar meltemi esti, sabahleyin güller açıldı. Ey saki, medet ! Cemşid kadehi sun, bizim gönlümüzü de o açsın.)
Erdi yine ürdibehişt oldu hava ambersirişt
Âlem behişt ender behişt her kûşe bir Bağ-ı İrem
(Gene Nisan ayı geldi, hava amber tabiatlı oldu. Alem cennet içinde cennet, her köşe bir İrem Bahçesi …)
Gül devri ayş eyyamıdır zevk ü sefa hengâmıdır
Âşıkların bayramıdır bu mevsim-i ferhundedem
(Gül devri yiyip içme günleridir, zevk ve sefa zamanıdır. Bu, nefesi uğurlu mevsim âşıkların bayramıdır.)
Dönsün yine peymaneler olsun tehi humhaneler
Raks eylesin mestaneler mutripler ettikçe negam
(Gene kadehler dönüp dolaşsın, şarap mahzenleri boşalsın. Çalgıcılar saz çalıp şarkı söyledikçe mest olanlar oynasın.)
Bu demde kim şam ü seher meyhane bağa reşk eder
Mest olsa dilber sevse ger mâzurdur Şeyh-ül-Harem
(Sabah akşam meyhanenin bahçeye imrendiği bu zamanda, Kabe Şeyhi bile sarhoş olsa, güzel sevse, mazurdur.)
Ya n’eylesin biçareler alüfteler avareler
Sağar suna mehpareler nuş etmemek olur sitem
(Ya zavallı alışmışlar, avareler ne yapsın. Ay parçaları kadeh sunuyor, içmemek sitem olur.)
Yâr ola cam-ı Cem ola böyle dem-i hurrem ola
Ârif odur bu dem ola ayş ü tareple muğtenem
(Sevgili, Cemşid kadehi ve böyle mesut bir zaman olunca, arif kişi odur ki bu zamanda içip ahenk içinde olur.)
Zevki o rint eyler tamam kim tuta mest ü şadigâm
Bir elde cam-ı lâlefam bir elde zülf-ü hambeham
(Zevki o rint tam tadar ki mest olmuş bir şekilde, bir eline lale renkli kadeh alır, bir eliyle de kıvrım kıvrım zülüf tutar.)
Lûtf eyle saki nazı ko mey sun ki kalmaz böyle bu
Dolsun sürahi vü sebu boş durmasın peymane hem
(Saki lutfet, nazı bırak, şarap sun ki bu böyle kalmaz. Sürahi ve testi dolsun, kadeh de boş durmasın.)
Her nevreside şah-ı gül aldı eline cam-ı mül
Lûtf et açıl sen dahi gül ey servkadd ü goncefem
(Her yeni yetişmiş gül dalı eline şarap kadehi aldı, lutfet, sen de açıl, gül, ey selvi boylu ve gonca ağızlı !)
Bu dürd ü bu safi deme dönsün piyale gam yeme
Kanun-u devr-i daime uy sen de mey sun dembedem
(Bu tortulu, bu saf deme, kadeh dönsün, gam yeme, ebedi dönüş kanununa sen de uy, boyuna şarap sun.)
Meydir mehâkk-i âşıkan aşub-u dil âram-ı can
Sermaye-i pir-i mugan piraye-i bezm-i sanem
(Şarap aşıkların mehenk taşıdır, gönlün heyecanı ve ruhun rahatıdır; meyhaneciler pirinin sermayesi, güzeller meclisinin süsüdür.)
Mey âkili irşat eder âşıkları dilşat eder
Seyle verir berbat eder dillerde koymaz gerd-i gam
(Şarap, akıllıyı uyarır, aşıkların gönlünü şad eder, sele verir, yele verir, gönüllerde gam tozu bırakmaz.)
Mey ateş-i seyyaledir mina kadehle lâledir
Ya gonce-i pürjaledir açmış nesim-i subhdem
(Şarap akan bir ateştir, kadehle sürahi laledir, sabah melteminin açtığı çiy dolu bir goncadır.)
Saki medet mey sun bize cam-ı Cem ü Key sun bize
Rıtl-ı peyapey sun bize gitsin gönüllerden elem
(Saki, medet, şarap sun bize, Cemşid ve Key Husrev kadehi sun bize. Ardı ardına koca bardak sun bize, gönüllerden keder gitsin.)
Biz âşık-ı azadeyiz amma esir-i badeyiz
Alüfteyiz dildadeyiz bizden diriğ etme kerem
(Biz hür aşıklarız ama şarabın esiriyiz. Alışkınız, gönül vermişiz, bizden lütuf esirgeme.)
Bir cam sun Allah için bir kase de ol mah için
Ta meth-i Şahenşah için alam ele levh u kalem
(Bir kadeh sun Allah için, bir kase de o ay için; ta ki padişahlar padişahını övmek üzere elime kalem kağıt alayım.)
Ol afitab-ı saltanat ol şehsüvar-ı memleket
Cem-bezm ü Hatem-mekremet memduh-u esnaf-ı ümem
(O saltanat güneşi, o büyük memleket süvarisi, Cemşid meclisli, Hatem gibi cömert, her sınıf insanların övdüğü …)
Eblaksüvar-ı ruzigâr aşub-u Rum ü Zengibar
Leşkerşikâr-ı kâmkâr Behram-ı Efridun-alem
(Devrin rüzgâr gibi at binicisi, Rum ve Zengibar ülkelerinin afeti, ordular avlıyan sefa sürücü, Feridun sancaklı Behram)
Piraye-i mülk ü milel sermaye-i din ü düvel
K’olmuş nasibi ta ezel tac-ı Feridun taht-ı Cem
(Memleketin ve milletin süsü, dinin ve devletlerin sermayesi, ki ta ezelde nasibi Feridun’un tacı ve Cemşid’in tahtı olmuş.)
Hakan-ı Osmani-nesep kim münderiç zatında hep
İslâm-ı Faruk-u Arap ikbal-i Perviz-i Acem
(Osmanlı soyunun hakanı ki kendisinde hep Arabın Ömer’inin müslümanlığı, acemin Perviz’inin devleti toplanmış.)
Sultan Murad-ı kâmran efserdih ü kişversitan
Hem padişah hem kahraman sahipkıran-ı Cem-haşem
(Sefa süren Sultan Murad, ülkeler alan, taçlar veren, hem padişah hem kahraman, Cemşid haşmetli kutlu hükümdar.)
Şahenşeh-i ferhundebaht ârayiş-i dihim ü taht
Bahtı kavi ikbali saht İskender-i Yusüf-şiyem
(Bahtı uğurlu büyük padişah, tacın tahtın süsü, talihi kuvvetli, devleti sağlam, Yusuf tabiatlı İskender.)
Şah-ı cihanâra mıdır mah-ı zeminpira mıdır
Behram-ı biperva mıdır ya afitab-ı pürkerem
(Cihanı süsleyen hükümdar mıdır, dünyayı bezeyen ay mıdır, pervasız Behram mıdır, yoksa lütuf ve iyilik dolu güneş midir ?)
Şahanemeşrap Cem gibi sahipkıran Rüstem gibi
Hem Isi-i Meryem gibi ehl-i dil ü ferhundedem
(Cemşid gibi şahane meşrepli, Rüstem gibi kutlu kahraman, hem de Meryem oğlu İsa gibi gönül adamı, mübarek nefesli.)
Dünya vü mafiha nedir cennet olursa ya nedir
Lûtfeylemek zira nedir yanında bir nakd ü selem
(Dünya ve dünya malı nedir, hatta cennet olsa nedir, zira lutfetmek de ne: O’nun için altın bir şey mi !)
Cümle hünerden banasip sırr-ı acep sun’-u garip
Mecliste şuh u dilferip cenk edicek şir-i ücem
(Bütün hünerlerden nasipli; acaip sır, garip sanat: Mecliste şuh ve gönül kapıcı, cenk edince kükremiş aslan.)
Gâhi ki ol şir-i yele hışm ile tiğ alır ele
Olur cihan pürzelzele bastıkça meydna kadem
(O kağan aslan kızgınlıkla eline kılıcı bir aldı mı, meydana ayak bastıkça, cihan zelzele ile dolar.)
Ol dem ki kasd-ı cenk eder sahraları gülrenk eder
Dünyayı hasma tenk eder olursa Sam ü Güstehem
(Savaşa giriştiği zaman ovaları gül rengi eder. Sam ve Güstehem bile olsa dünyayı düşmana dar eder.)
Sürdükçe hasma yektene bakmaz silah ü cevşene
Yer kalmaz asla düşmene illâ beyaban-ı adem
(Tek başına düşmana at sürüp saldırdıkça silaha zırha bakmaz. Düşmana asla yer kalmaz; yokluk çölünden başka …)
Ey husrev-i âlinijat vey daver-i pâkitikat
Ey şah-ı sahip-adl ü dat ey padişah-ı muhterem
(Ey yüksek yaratılışlı hakan, ey temiz inanışlı hükümdar, ey adalet ve yardım sahibi şah, ey muhterem padişah !)
Sen bir şeh-i zişansın şahenşeh-i devransın
Yani ki sen hakansın devrinde ben Hakani’yem
(Sen şanlı bir padişahsın, zamanın padişahlar padişahısın. Yani sen hakansın, bense devrinde hakana tabi olanım.)
Ben gerçi bir bihasılım şakird-i ders-i müşkilim
Hemmekteb-i ehl-i dilim halkolmadan levh u kalem
(Ben gerçi malsız mülksüz bir adamım, fakat çetin bir dersin talebesiyim. Kader levhası ve kalemi yaratılmadan önce varolan gönül insanları ile aynı mektepdenim.)
Sözde nazîr olmaz bana ger olsa âlem bir yana
Pürtumturak-ı hoşeda ne Hafız’ım ne Muhteşem
(Şiir yazmada bana kimse eş olamaz, tumturak dolu, hoş edalıyım; ne Hafız’ım ne de Muhteşem.)
Hakanıyım ben Muhteşem yanımda serheng-i haşem
Hafız olur lebbestedem hamem edince zir ü bem
(Ben İran şairi Muhteşem’in hakanıyım ki yanımda saray çavuşudur. Kalemim şiir sazı üzerinde mızrap gibi harekete gelince Hafız’ın soluğu kesilir, dili tutulur.)
Nef’i yeter davayı ko dünya ile kavgayı ko
Eflâke istiğnayı ko hâke yüzün sür lâcerem
(Nef’i, yeter, iddiayı bırak, dünya ile kavgadan vazgeç, göklere karşı zenginlik göstermeyi terket, ister istemez yüzünü yere sür.)
Kaldır elin eyle dua buldu kasiden intiha
Şimdi dua etmek sana hem müstahiptir hem ehem
(Elini kaldır, dua et, kasiden sona erdi. Şimdi dua etmek senin için hem sevaplıdır hem de mühimdir.)
Nice kaside bir kitap mecmua-i pür intihap
Her nüktesi faslülhitap her beyti bir genc-i hikem
(Nice kaside bir kitaptır, secmelerle dolu bir mecmua; her nüktesi bir söz incisi, her beyti bir hikmet hazinesi.)
Ta kim cihan mâmur ola geh emn ü geh pürşur ola
İkbâl ile mesrur ola ol husrev-i valâhimem
(Kah emniyet, kah karışıklık içinde olan bu dünya var oldukça, o yüksek himmetli padişah devlet ve saadet içinde yaşasın.)
Aşiyan ve Tevfik Fikret – Cemal Haki
Gezi notlarımdan…
İstanbul’un en güzel yeri olan Aşiyan ve dünyanın en güzel “kuş yuvası” olan Tevfik Fikret’in evi hakkında yazdığım yazıdır.
Yolculuk, enfes Bebek sahilinin muhteşem boğaz ve erguvan kokularıyla başlıyor. Sonrasında Rumeli Hisarı’nın hemen yanından sokulan Aşiyan yolundan yukarı doğru yol alıyoruz. Çıkarken yanı başımızda duran Aşiyan Mezarlığı’ndaki mezar taşlarında yazan ilginç yazılar sebebiyle biraz duraksayıp bunları inceliyoruz. Bunlardan en ilginç olanı uçak kazasında ölen bir hostesin mezar taşıydı. Yere çakılmış uçak şeklindeki taşın bir kanadında; ölen hostesin doğum tarihi, öteki yanında ise ölüm tarihi yazıyor. Bu mezar taşını yaptıran annesi de hemen yanı başında…
Biraz ileride ise büyük üstatlarının muhteşem edebî kelamları değişik olgulara tercüman oluyor. Öncelikle Ahmet Hamdi Tanpınar bizleri karşılıyor. Zaman mefhumunu o enfes beytiyle öyle muhteşem özetliyor ki:
Kapı komşusu ise kadim dostu Yahya Kemal Beyatlı selam ediyor bu sefer. O da ölümün esrarengiz perdesini aralıyor bizlere:
Derken Orhan Veli ile tanışıyoruz. Sunay Akın’ın dediği gibi :
“Şiirden kovduğu uyağın dönüp dolaşıp sonunda mezar taşına konması ne garip” :
Orhan Veli
1914 – 1950
Hemen üst tarafında ise Kalamış’ın müdavimlerinden Münir Nurettin Selçuk’tan huzur dolu nağmelerini hissederken rotayı Edebiyat-ı Cedide’nin büyük kalemlerinden üstat Tevfik Fikret’in evine çeviriyoruz.
Yaklaşık 15 dakikalık yorucu tırmanıştan sonra bizi koskoca bir demir kapı karşılıyor. Gıcırdayarak açılan kapının hemen sonrasında şirin mi şirin, beyaz 3 katlı ahşap bir köşk tüm endamıyla bizlere hoş geldin diyor. Tevfik Fikret’in 1915’teki ölümüne kadar yaşadığı ve son zamanlarını geçirdiği bu ev sonradan müze haline çevrilmiştir. Tevfik Fikret, evinin projelerini kendisi çizmiş, Farsça “yuva” anlamına gelen “Aşiyan” kelimesini de buraya isim olarak koymuştur. Sonradan semte adını verecek olan “Aşiyan” kelimesinin çıktığı yer de burasıdır.
Girişte bizi hemen karşılayan tablo Şehzade Abdülmecit’in, Tevfik Fikret’in “Sis” şiirinden esinlenerek yaptığı ünlü “Sis” adlı eseridir. İlk bakışta görülemeyen ama sonra fark edince çok şaşırtan Ayasofya ve Galata Kulesi silüetlerini gördüğünüzde şairin içinde bulunduğu halet-i ruhiyeyi içinizde hissedeceğinize eminim.
Birinci katta Edebiyat-ı Cedideci’lerin fotoğraf, kitap ve özel eşyalarının sergilendiği Edebiyat-ı Cedide odası, Abdülhak Hamit’e ait kişisel eşyalar, tablolar, fotoğraflar, çalışma masası ve koltukların bulunduğu Abdülhak Hamit salonu, kadın şairlerimizden Nigar Hanım’a ait kitaplar, fotoğraf, resimler, şahsi arşiv ve eşyalarının sergilendiği şair Nigar Hanım odası bulunmaktadır.
Tevfik Fikret’e ayrılmış olan ikinci katta; şairin yatak odası ve çalışma odası yer almaktadır. Şairin yaşadığı yıllarda yatak odası olarak kullandığı odada; şahsi eşyaları, vefat ettiği yatak ve Mihri Hanım tarafından Tevfik Fikret’in ölümünün hemen akabinde alınmış yüzünün maskesi vardır, bu da Türkiye’de alınmış olan ilk masktır. Çalışma odası olarak kullandığı odada ise; çalışma masası ve koltuğu, kendisi tarafından yapılan resim çalışmaları ve tablolar bulunmaktadır. Ayrıca kurucusu olduğu Galatasaray Spor Kulübü’ne ait birçok fotoğraf da burada sergilenmektedir. Mezarı ise evin hemen yanı başında bulunmaktadır.
Giriş ücreti olarak sadece galoş gideri olarak 0,5 TL alınan bu müzeye giderseniz özellikle sesli anlatım cihazıyla beraber gezmenizi öneririm. İçeride fotoğraf çekmenin yasak olması sebebiyle köşkün içine ait bir fotoğrafı buraya koyma fırsatım olmadı ancak şunu söyleyebilirim:
Sol yanında Rumeli Hisarı’ndan kopup gelen tarih, altındaki mezarlıkta binlerce kişinin lahuti sessizliği, karşıda gemilerin usulca süzülüp geçtiği boğazın enfes manzarası, çam, köknar ve erguvanların mis gibi kokusu ile bence dünyanın en güzel manzarasına sahip olan bu kuş yuvasına gittiğinizde muhtemeldir ki, “Şöyle bir evim olsa başka bir şey istemem” diyeceksinizdir.
Hâkîlere bahş eyleyerek hâk-i siyâhı
Dûşunda beyaz bir bulutun göklere âzim.
Bir dalgacığın ömrü kadar zaîl ü hâlî
Bir lâne-i âvârede bir ömr-i hayâlî…
| Tevfik Fikret / Ömr-i Muhayyel Şiiri |
————————————————————————————————
Cemal Haki & 05.08.2013
Bir serserinin sorgulanması
– Gel bakalım düzen karşıtı. Otur. Işığı şunun yüzüne tutun.
– Işık olması gerekli mi ?
– Yöntemimiz böyle. Ne oldu ? Rahatsız mı oldun ?
– Fazla ışık beni rahatsız eder.
– Belli ! Yarasa suratlı herif ! Sen düzen karşıtıymışsın.
– Kim demiş ?
– Burda öyle yazıyor. Dosyada.
– Yanlış yazmışlar.
– Demek öyle. O zaman neye karşısın ?
– Bilmiyorum.
– Deli misin sen ?
– Doğa beni bu kadar sevmedi.
– Doğa ne demek ! Allah de !
– Allah.
– Sen Allah’a inanıyor musun ?
– Denedim. Olmadı.
– Öyleyse komünistsin ?!
– Denedim. O da olmadı.
– Sağ görüşlü müsün ?
– Onu denemeye gerek duymadım.
– Demek entel takılıyorsun.
– Kendimi asla bu kadar küçük düşürmem.
– Büyüklerimizden birine küfür etmişsin.
– Hangisine ?
– Öbürlerine de mi küfür ettin ?
– Hayır, o anlamda değil. Bir sürü büyüğümüz var … onlardan hangisine ?
– Kime küfür ettiğini bilmiyor musun ?
– Unutmuşumdur ….
– Çok büyüklerden birine küfür etmişsin.
– O zaman büyük küfür etmişimdir …
– Tekrar başa dönelim. Niye Allah’a inanmıyorsun ?
– Benim inanmama ihtiyacı var mı ?
– Ukalalık etme ! Zorda kalınca dua etmez misin ?
– Mastürbasyon yaparım.
– Terbiyesiz ! Sen de öbür insanlar gibi dua etsen …
– Dedim ya, mastürbasyon yaparım.
– Sen komünistsin. Burda yazıyor.
– Her yazılana inanmayın.
– Bak, “herkes Marx’ın kıçını öpmelidir” diye yazmışsın.
– Doğru.
– Bunu yazdığını inkar etmiyorsun yani …
– Etmiyorum. Ben yazdım.
– E ! Açıkca komünizmi övmüşsün.
– Ben sadece Marx’ın kıçını övdüm.
– Eşcinsel misin ?
– Bu çok kibar bir soru …
– Homo musun ?
– Denedim. Olmadı.
– Aslanım, senin derdin nedir ?
– Bilmiyorum.
– O zaman ne diye ileri geri konuşuyorsun ?
– Gördüğümü söylüyorum.
– Sen herkesten akıllı mısın ?
– Hayır. Aksine. Herkes benden akıllı.
– Seni hapse göndereceğiz.
– Öyle yapmanız gerekir.
– Orda seni düzecekler ama …
– Bir süre sonra onu da unuturum.
– Suçunu itiraf ediyor musun ?
– Ne suçu ?
– Düzen bozuculuk, din düşmanlığı, genel ahlak kuralları ile alay ederek toplumu rencide etmek, anarşistlik …
– Ben o kadar kaliteli bir adam değilim.
– Ne olduğun orda anlasılır. Dosyanı kapıyorum.
– Sağolun.
– Pişman olduğunu söyle. Cezan hafifler.
– Söylersem pişman olurum.
– Gidebilirsin. Bunu götürün.
Ve götürürler.
————————————————————————————————
(Minik bir öykü denemesi. Tembel ayyaş Charles Bukowski’den
ilham aldım. Serseri ruhu huzur bulmuştur umarım.)
YAZIM KURALLARINDAN BAZILARI
1) Bulunma durumu belirten “da, de, ta, te” eklerinin yazılışı ile, bağlaç durumundaki “da, de” eklerinin yazılışı.
Bu eklerin yazılışı sıklıkla birbirine karıştırılmakta. Böylece, bitişik yazılması gereken “da, de” ekleri ayrı yazılırken, ayrı yazılması gerekenler birleştirilmekte.
a) Bitişik yazılan “da, de, ta, te” ekleri
Bir yerde bulunma; bir yere, bir şeye, bir kişiye ait olma durumunu belirten “da, de, ta, te” ekleri, cins isimlere bitişik olarak yazılır.
Okulda, vapurda, evde, caddede, iskelede, sokakta, mutfakta, kuliste, teneffüste …
Vapurda herkesten para dilenen yaşlı kadın çok ilgimi çekmişti.
Her evde bir ilkyardım çantasının bulunması gerekir.
İnsanlar caddede panik içinde kaçışıyordu.
Dikkat et, mutfakta yangın çıkmasın !
Kuliste konuşulanların hepsini Timur bana anlattı.
Eğer bulunma ekleri özel bir isme getiriliyorsa, bir tırnak işareti (‘) kullanılarak bitiştirilir.
Selma’da duran kitap tarihle ilgiliymiş.
Daha ne yetenekler vardır bizim Ömer’de …
Ömrümün en güzel yıllarını Tokat’ta geçirdim.
Atatürk’te bulunan fikirler saltanat taraftarları için tehlikeliydi.
b) Ayrı yazılan “da, de” ekleri
“Dahi” anlamına gelen, yineleme belirten “da de” ekleri, hem cins hem de özel isimlere bitiştirilmeden, ayrı yazılır.
Kızı da geldi, gelini de …
Güç de olsa işi bitirdik.
Evet, bu durumu bize de bildirdiler.
Bilen de konuşuyor, bilmeyen de …
Dondurma yemeye gideriz, belki sinemaya da gideriz.
Turan da bu konuda benim gibi düşünüyor.
Bence Alper de bu habere çok sevinecek.
Karşılaştırın:
– Alper’de ne gibi bir rahatsızlık var ?
– Maalesef, Alper de hastalanmış.
– Sinemada neler oldu, bir bilsen !
– Duydun mu, bu eski sinema da yıkılacakmış.
Uyarı 1: Ayrı yazılan “da, de” ekleri hiçbir zaman “ta, te” biçiminde yazılmaz:
Gidip de dönmemek var, dönüp de bulmamak var.
Yanlış: Gidip te dönmemek var, dönüp te bulmamak var.
Uyarı 2: “Ya” sözü ile birlikte kullanılan “da” bağlacı ayrı yazılır:
Ya dediğimi yaparsın ya da bir daha buraya gelemezsin.
Uyarı 3: Bağlaç olan “da, de” eklerini, kendinden önceki kelimeden tırnak (‘) işareti ile ayırmaya gerek yoktur:
Nevin de güzeldir. (Yanlış: Nevin’de güzeldir.)
Dönerken bakkala da uğra. (Yanlış: Dönerken bakkala’da uğra.)
2) Yer ve aitlik belirten “ki” eki ile baglaç olan “ki” ekinin yazılışı.
a) Yer ve aitlik belirten “ki” eki, cins isimlere bitiştirilerek yazılır.
Evdeki, sokaktaki, mutfaktaki, salondaki, bendeki, sendeki, vapurdaki
İşteki sorunları eve taşıma.
Salondaki yeni halı nerden geldi ?
Otobüsteki ilanı gördün mü ?
Bendeki sözlük TDK tarafından yayımlanmış.
Eğer, “ki” eki özel ismin sonuna getiriliyorsa, aitlik veya yer belirten ve özel isimden tırnakla (‘) ayrılan “da, de, ta, te” eklerine bitiştirilir.
Selma’daki, Metin’deki, Samet’teki, Tokat’taki …
Selma’daki sorunlar bitmek bilmez !
Tokat’taki çinili cami şehrin simgelerindendir.
Metin’deki dergi aslında bana ait.
b) Bir açıklama, şüphe, hayret, pekiştirme vb belirten “ki” eki cins veya özel isimlere bitiştirilmeden ayrı yazılır.
Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer.
Türk dili, dillerin en zenginlerindendir; yeter ki bu dil şuurla işlensin. (Atatürk)
Turan ki cimriliğiyle tanınmıştır, o bile yardım etti.
Zil çaldı mı ki gidiyorsun …
Seni öyle göreceğim geldi ki …
Bilmem ki bu teklifine ne der …
Ne desem ki … şaşırdım kaldım.
Git, onlara de ki, ölsem de sözümden dönmem !
Kalıplaşan ve dile öyle yerleşen bazı kelimelerde “ki” eki bitişiktir.
Belki, çünkü, halbuki, sanki, mademki, meğerki, oysaki …
3) Soru ekleri olan “mı, mi, mu, mü” yazılışları.
Bu soru ekleri ayrı yazılır ve kendisinden önceki kelimenin son ünlüsüne bağlı olarak ünlü uyumlarına uyar.
Kaldı mı ? Geldi mi ? Sordu mu ? İnsanlık öldü mü ?
Soru ekleri, kelimelerden ayrı yazılan “da, de” bağlaçları ile kullanıldığında, o bağlaçlara da bitiştirilmezler.
Sen de mi geldin ? Turan da mı vazgeçti ?
Ayrılan soru eklerinden sonra gelen diğer ekler, soru eklerine bitiştirilerek yazılır.
Gelecek misin ?
Bu işi yapacak mıyız, yapmayacak mıyız ?
Ölür müsün, öldürür müsün !
Soru sorma dışında; şaşırma, abartma, methetme, açıklama vb sebeplerle kullanılan “mı, mi, mu, mü” ekleri de ayrı yazılır.
Kızı bir görsen, güzel mi güzel …
Tarık bu, yapar mı yapar !
Yağmur yağdı mı dışarı çıkamayız. (Eğer yağmur yağarsa … anlamında.)
Vaz geçmek, çok gelmek … gibi birleşik fiillerin ortalarındaki soru ekleri de ayrı yazılır.
Ne o … şimdiden vaz mı geçtin ?
Bu kek sana çok mu geldi ?
Soru ekleri ile birlikte; açıklama, hayret vb belirten “ki” eki beraber kullanıldığında her ikisi de ayrı yazılır.
Zamanında bir şey verdin mi ki şimdi almak istiyorsun !
Gözünle gördün mü ki böyle konuşuyorsun ?
***
Kaynak olarak Türk Dil Kurumu’nun yazım kılavuzu kullanılmıştır.
Tüm yazım kuralları için:
http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_content&view=category&id=50